28 Şub 2012
Rotring Üzerine Tezler 1
Az önce saydım tam olarak 37 tane rotring kalemim var. Hepsine gözüm gibi bakıp elceğizlerimle yaptığım bir kutu içerisinde saklıyorum.
Hepsini severim ama 0.5 uçlu olanları ayrı bir severim. Yaklaşık olarak 11 tanesi 0.5 uç bu rotringlerden ve onları her zaman yanyana koyup diğeriyle arasına bi karton koyarım. Sanki diğerlerine değince bozulacakmış gibi hissediyorum.
Kolay elde etmedim ben onları tabi. Ne zorluklar çektim.
İlkokulda bilirsiniz uçlu kalem pek kullanılmaz, en azından ben okurken kullanılmıyodu. Ortaokula geçmenin göstergesiydi uçlu kalem kullanmak, yada ortaokula geçmek uçlu kalem kullanmanın göstergesiydi. İkisinden biri işte.
Yıllarca beklenirdi o uçlu kalemi kullanma vaktinin gelmesi. Büyümüş olurdun o zaman, ailen sana güvenmiş ve uçlu kalem almış olurdu. Ki bu 11 yaşında bi çocuk için hayati bi önem taşırdı.
Ama tabii hemen öyle rotring alınmazdı. Pahalıydı zaten. Boru mu bu rotring yani. Hangi aile 11 yaşındaki çocuğuna rotring alıyoki. Bizim zamanımızda almazlardı en azından, Şimdi bilmiyorum.
Liseye geçerdin ve liseye geçmenle beraber kullandığın uçlu kalemlerin kaliteside artmaya devam ederdi.
Tabi kalem kaybetme potansiyeline uygun olarak rotring alıp almama konusunu iyi düşünmek gerekirdi. Çünkü alıpta 2 gün sonra kaybetmek sevgiliden ayrılmışçasına bi etki yaratırdı insanın üzerinde. O yüzden gözünüzden sakınmanız gerekirdi, gözünüzün önünde olsun diyede gömlek cebinizde taşımanız gerekirdi ki bu bile bazen kaybolmasına engel değildi. Sıranızda bıraksanız çalınma olasılığı yüksekti. Yada biri yazmak için alır ve bi daha geri vermezdi.
Yıllar rotring kaybetme korkusuyla yada rotring alamamış olmanın ezikliğiyle geçip giderken üniversiteye başlarsınız.
Kısmende olsa ekonomik olarak ufak çapta bi bağımsızlık sağladığınızı düşünsenizde hiç bir zaman gidip rotringe o kadar para vermeyi göze alamayacaksınız. Ben o parayla 2 gün yol paramı veririm, 3 gün yemekhanede yemek yerim, pazardan 4 çorap alırım… gibisinden caydırıcı bahaneler üretip duracaktır beyniniz ve siz hiç bir zaman alamayacaksınızdır o kalemi.
Şanslıysanız eğer arkadaş çevrenizde rotring kullananlardan ödünç alma bahanesiyle bir daha geri vermeyebilir ve nihai amacınıza ulaşmış olabilirsiniz. (kötü bi davranış ama yeri geldimi yapılmalıdır. kitap ve kalem çalmak mübahtır)
Ama üniversitede notların kimde olduğunu bilmediğiniz , kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı gibi kimin kaleminin kimde olduğuda belli değildir.
Ve her ne şekilde sahip olduğunuz önemli değil, o elinizdeki rotring çok kısa bir süre içinde kaybolacaktır.
Akıllıysanız evinizin en kenar köşesine saklarsınız ve kimsenin rotringinizden haberi olmaz. Bazı geceler çıkarır ve uzun uzun ona bakarsınız, ufak bir parça kağıt alıp yorganın içinde gizlice ona bir şeyler yazar ve inanılmaz bir haz alırsınız. Sonra tekrar yerine kaldırır ve rahat bir uyku çekersiniz.
işte o 37 rotring kalemim böyle zorluklarla elde edilmiş kalemlerdir. Bir çoğu illegal yollarla elde edilmiş olsada, pişman değilim. Değer.
Şeker Portakalı
Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı insanın yüreğini paralayan, sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, kafada en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.
-Şeker Portakalı
26 Şub 2012
15 Şub 2012
Hezeyanlarım 2 - sizede oluyo mu bilmem ama, bi şeyler oluyo gibi.
Sanki gizli güçler gittikçe her şeyin anlamını yitirmesi için uğraşıp duruyor bizlerle.
Bi baksanıza.
Çok değil bi 40- 50 yıl evvel böyle miydi? Bende bilmiyorum ama böyle olmadığına eminim.
Bi eylemde girdin mi kol kola, dayadın mı sırtını arkadaşına, polisin sırtına inen jopu umrunda bile olmazdı, ne kadar sert vuruyorsa o kadar daha yüksek çıkardı sesin, kollarınızı birbirinizden ayıramazdı bile.
Şimdi bi sıkıyor biber gazını herkes salya sümük bi yana kaçışıyor, yerlerde sürünüyor, ne eylemden eser kalıyor, ne insanlar ne için eylem yaptığınızı hatırlıyor ne de direncinizin anlamı. çünkü direnemiyorsunuz ki. direnemezsiniz.
Sonra gözleriniz yanarken yaka paça gözaltına alınıyorsunuz, haberlerde en çirkin halinizle çıkmanız bir yana bide marjinal(?) grup diye yaftalanıyorsunuz.
Sonuç: polis zaferi!
Biride çıkıp demiyor ki, ne zaferi, ne başarısı.. Lan biber gazı onlarda. o biber gazını Spartaküs'e sıksan adam ağıt yakmaya başlar.
40- 50 yıl önce ne güzeldir kimbilir.
ah ah..
safları sıklaştırmanın keyfine bi onlar varabilmiştir herhalde.
Hadi bunu geçtim şiirlere ne demeli,
eskiden bi şiiri seviyorsak açıp kitabından okur, sevdiğimiz belli olsun diyede kenarına bi yıldız koyardık. belki bi kağıda yazıp yatağımızın başucuna asardık (çok havalı olurdu) belkide defterimizin arkasına yazardık.
Şimdi,
bir sürü insanın ağızından bir sürü anlamsızca duyguyu ifade etmek için kullanılırken duyar olduk şiirlerimizi.
ahh..
Hele o güzelim kitaplarımız, karakterlerimiz.. Kürk Maltolu Madonnamız, Aylak Adamımız, Anayurt Atelimiz.
ağıza almak bilgili cesareti isterdi, Olric’i , Ralkolnikov’u , Zebercet'i , Gregor Samsa’ yı.
Dillendirdiğin şeyin hakkını vermeliydin, çünkü emek önemliydi, hayal gücü önemliydi.
Şimdi;
sadece can alıcı paragrafları okur olduk. süs haline getirdik kitaplarımızı.
Onca emeği.. hayali.
Sahafların bile içine ettik. Eski kitaplar bizde tutku olmaktan, anı olmaktan çıktı, sadece fotoğraf çektirirken aklımıza gelir oldu. aynı sayfalarda gezinmiş olan onlarca parmağı unuttuk.
Eğer mezarda kemiklerin sızlaması diye bir şey varsa, sızlayacak kemik bırakmadık. un ufak ettik, beyinlerini parçaladık, gözlerini çıkarttık.. Sabahattin Alinin, Oğuz Atay'ın, Kafka'nın.
ah ah..
“hayat çok anlamsız” dediğimizde felsefe yaptığımızı sandık, bi şeyleri anlamlandırmak yerine, anlamsızlıklarımıza kılıf yaptık.
Sormayı, sorgulamayı unuttuk.
Tanrıdan ilk şüphe edişimizle diyalektiği yalayıp yuttuk sandık.
Hegeli, Marksı çiğnedik.
değişmek yerine dönüştük.
Eskiden böylemiydi. eminim değildir.
felsefe dedin mi akan sular dururdu. bi adım geriye çekilinir kağıt kalem çıkarılırdı.
Felsefenin temel ilkeleri kitabı yalanıp yutulmadan felsefe lafı ağıza bile alınmazdı.
ahh ah.
Eskiden fikirlerde önemliydi,
şiirler mesela, şiirleri fikirlerin yazdığı gerçeği kabul edilir ve ona göre sahiplenilirdi.
Elleri kana bulanmış olanlar adını anmaya hiç değilse utanırdı.
Şimdi; kirli ağızlara pelesenk oldu, televizyon şovlarına konu oldu, miting malzemeleri oldu.
Ne Nâzım'ın değeri kaldı, ne Süreyya'nın, ne Neruda'nın.
Hepsinin içini boşalttılar.
Che'yi converslere bile bastılar, yerlerde sürüklediler, üzerine bastılar, kirli vücutlara kazıdılar, haberlerle kirlettiler.
Eskiden önemliydi ağıza almak kimilerinin ismini, aldın mı hakkını vermeliydin. adın gibi bilmeliydin ne için yaşadığını ve öldüğünü.
Markstan bi kaç söz edip hava atacaklarsa da bunu o havanın hakkını verebilecek insanların yanında yaparlardı, içki masalarında sözde siyasetçilik, eski solculuk oynayarak değil.
Manifesto'yu elinde taşımak mangal gibi bi yürek isterdi, oturup tartışacak bilgileri yoksa elini bile sürmezlerdi. değerliydi.
Bi abi demişti ki; kapitalizm korktuğu, kurtulmak istediği şeyleri, en iyi içini boşaltarak kurtulur.
elleriyle dokunurlar, dillerine dolarlar, anlatırlar anlatırlar.. anlamsızlaştırırlar.
Derdi ki; kapitazlim ne zaman karşısında olduğu bi kişinin, bi fikrin, bi kitabın, bi düşüncenin adını ağızına aldımı. O zaman korkun. Bir şeyinizi daha kaybedeceksiniz demektir.
O yüzden, savunduğunuz şeyleri korumayı iyi öğrenin. Derdi.
Öğrendik mi bilmiyorum.
Sanırım öğrenemedik.
Hala bi şeyleri kaybediyoruz. sevilebilecek her şeyi yavaşça kaybediyoruz.
Ve bu dünya bazı güzel şeyleri kaybettikçe daha yaşanmaz bir hal alıyor.
40-50 yıl önce böyle miydi?
Eminim değildir.
ama şundan eminim ki, bazı gizli güçler gittikçe her şeyin anlamını yitirmesi için uğraşıp duruyor bizlerle.
ahh ki ne ah.
haller.
…
sıtarbaksta oturmuş allaha dua ediyordu. bu bir çelişki mi diye düşündü bi an. zira kır kahvesinde oturmuşken de allaha dua ediyordu. ne yani, o zaman daha mı makul oluyor diyerek karşı saldırıyı püskürttü.
sonra kahvesini içmeye devam etti, zaten duasıda bitti.
sıtarbaksta oturmuş allaha dua ediyordu. bu bir çelişki mi diye düşündü bi an. zira kır kahvesinde oturmuşken de allaha dua ediyordu. ne yani, o zaman daha mı makul oluyor diyerek karşı saldırıyı püskürttü.
sonra kahvesini içmeye devam etti, zaten duasıda bitti.
Hezeyanlarım!
Oldum olası üniversiteden mezun olduktan sonra hiç bir mesleki kavram kargaşası yaşamadan belirli meslekleri olan insanları kıskanmışımdır.
Yani kimse onlara sormaz mesela “mezun olduktan sonra ne yapmayı düşünüyosun?” falan diye.
Sormazlar çünkü adamın bellidir yapacağı iş yani. saçmadır sormak.
Ne bileyim bir öğretmendir, bir avukattır, bir dişçidir, hemşiredir, mimardır.. İşte bi doktordur falan.
En geç bir kaç yıla yapacağı meslek bellidir yani.
“bilmiyorum abi ya, bi süre bakıcam işte. sonra olmadı mecbur bi işe girip başlicaz bi yerlerden napalım”
cevabını alamazsınız.
Onlar idealisttir, taa liseden adamlar karar vermiştir ne okuyacağına yani,
Hatta lisede bölümlerini bile ona göre seçmişlerdir.
Dememişlerdir yani ”e benide eşit ağırlığa yaz hadi, sonra bakarım üniversitede hangi bölümleri seçebiliyomuşuz” duymazsınız böyle şeyler onlardan.
Arkeoloji okuyan, dramaturji okuyan, işletme okuyan, jeodezi ve fotogrometri okuyan,
nalbantçılık okuyan, restorasyon okuyan, harita kadastro okuyan, el sanatları okuyan, sanat tarihi okuyan….
Binlerce insanın bu acıyı ve kıskançlığı benimle birlikte paylaştığı biliyorum.
Üzülmeyin, gün gelecek ve bir gün bizde kendi mesleğimizi icraa edebileceğiz.
Bu yazdıklarımın hepsi bi iç çekiştir, içe oturmuşluktur,
dışa vurumculuğa tepkidir, determinizm ilkesini yok saymaktır.
nöroşirurjik bi hastalıktır, mutlakiyete edilmiş bi küfürdür.
falan..
Sevgiler
14 Şub 2012
Çakmak üzerine..
Merhaba,
Çakmak hırsızı olarak bilinirim.
Oturduğum her masadan çakmaklar birer birer eksilir.
Sırf bu yüzden benimle arkadaşlığını kesen insanlar bile vardır.
Bir seferinde çakmak koleksiyonu yapan bir arkadaşımın tüm koleksiyonunu çalmıştım (pişman değilim, kesin oda bi yerlerden çalmıştır zaten)
Bazıları günler sonra “çakmağımı sen aldın bak biliyorum, ver geri, hatırası var onun bak” diye kapıma dayanır.
Ama hiç geri verdiğim çakmak olmamıştır.
Çakmak çalanındır.
Ve clipper bir tanedir.
Ayrıca,
Bir de kendi rızalarıyla çakmaklarını bana verenler vardır, ki onların yeri her daim ayrıdır.
Çakmak çalmak için yaptığım stratejik planların onda birini başka bi şey için yapsam memleketi kurtarmış olurdum, biliyorum.
Ama ben çakmaklarımla mutluyum.
Ve clipper bir tanedir demiş miydim?
:)
11 Şub 2012
9 Şub 2012
Bu günlerim.
sıdıka:kız anne dışarı çıkıp kardan adam yapsak ya?
anne:koca gelinlik kızsın komşunun gözü önünde yapılmaz öyle! "içi adam çekiyor" derler.
bu saatte aklıma gelebilecek 124871 tane şey varken benim aklıma sıdıka geldi.
iyi oldu aslında.
ne güzeldi. pek severdik.
hava buz gibi.
parmaksız eldiven kar etmiyor. diğeriyleyse otobüste tutunmak dünyanın en zor işi.
bir de o eldiveni dişleriyle çıkarmıyorlar mı.
off.
hele ıslakken. gıcır gıcır.
düşünürken bile her yerim uyuşuyor.
neden düşünüyorsam tabi.
boşver.
bu günlerde şaşkınlığım üzerimde hiç sorma.
çay koymalı. içine birazda tomurcuk çay atmalı.
sabahları ne güzel kokar.
bak yine oldu
zaten "ne yesem" diye düşünmediğim bi anım geçse şaşardım.
kendimiyse ne zamandır şaşırtmıyorum zaten.
yemek yapmaya saatlerimi ayırmasam belki bi film daha izleyebilirim, belki biraz okur. bi kaç seri katil yakalar birazda dedektiflik yapabilirim belki.
sherlock izlenmek için hala beni bekliyor.
neyse.
iyi ki sen varsın "dance to the end of love"
zaten bazı şarkılar sırf biz mutlu olabilelim diye yazılmış, biliyorum.
günaydın şarkısı;
Küpelerim
Bu küpeleri sanırım 4 yıl önce edirneden almıştım. Edirneye ilk gittiğim yıldı. yani felaketle sonuçlanan bi alışma evresinin başlangıcıydı ve ben sırf oraya alışmamak için vaktimin büyük bi kısmını kitap ve takı bakarak geçiriyordum. ki ay sonunda bütçemin büyük bir kısmını belkide hiç bir zaman kullanmayacağım takılara yatırdığımı farketmemle birlikte kendimi kısıtlama çalışmalarına başlamış ve farkında bile olmadan edirneye alışıvermiş bi halde yakaladım kendimi.
öyle zamanlarımdan birine denk gelmişti işte bu küpeleri almam.
edirnenin istiklal caddesi potansiyeline sahip saraçlar caddesinin sağ çaprazındaki bi sokağın en izbe takı dükkanında bulmuştum onları.
belkide o dükkana girmeden önce mp3 ümdeki son çalan şarkının bob marley olmasındandır bilmiyorum ama gördüğüm an aklıma gelen tek şey bob marleyin iskeletiydi.
bob marley ölmüştü ama işte cesedi burdaydı.
bu küpeleri kim yapmışsa mutlaka bunu düşünerek yapmış olmalıydı.
dandik bi şeydi. ucuzduda.
aldım.
çok severek hemde. hiç takmadım.
belkide bob marleye saygımdan.
bir film izledim/ bir kitap okudum hayatım değişti.
"bir film izledim/ bir kitap okudum hayatım değişti. "
diyen insanları ölesiye kıskanıyorum.
nerede o filmler, o kitaplar. hani niye biz bulamıyoruz onları, niye rastlayamıyoruz.
ilk yarısında çıktığımız filmlerden yada yarısında sıkılıp okumayı bıraktığımız kitaplar biri miydi?
deliricem.
nerede o kitaplar, kimler okuyo onları.
hayır yani bir sürü insandan da duyuyorum ben bunu. her ne kadar ağızlarını burunlarını kırmak istesemde, içim içimi yiyiyo.
nerede o kitaplar,
ne-re-de?
bilinçaltıma sıçayım vol 1
çok nadiren rüya gören biri olarak gördüğüm rüyalar çok değerlidir benim için, rüya arasında uyanıp içimden rüyamı unutmayayım diye tekrar edip hatta yastığın altındaki telefona şöyle kısaca bi yazıp taslaklara kaydeden ve sonra rüya görmeye devam biriyim.
yine böyle zamanların birinde bilinçaltım bana garip oyunlar oynamaya başlamıştı, ki şöyle bir rüya gördüm.
rüyamda ablamla birlikte Almanyaya gidiyoruz ve gittiğimiz gibi yahudi sanılıp toplama kampına götürülüyoruz.
toplama kampındada sıraya sokulmuşuz ve askerler tek tek bakıp çocukları ayırıyolar, geri kalanları ise banyolara götürüp öldürüceklermiş.
bende tam o anda ilk okuldan bi sınıf arkadaşımı görüyorum. görüyo beni ve hemen yanıma geliyo “sen ne arıyosun burda, yahudi değilsinki sen” diyo . bende “e sende alman değilsin” diyorum. arka fondada bi gülme efekti geliyo tam bu anda. (yurdum komedi dizileri sağolsun, hayatımıza o efekti sokup bize ne zaman gülmemiz gerektiğini öğrettikleri için)
her neyse,
işte arkadaşım "tamam dur" diyo "ben seni kurtarıcam".
çaktırmadan beni o ayrılan çocukların yanına koyuyo. diyoki çocuk gibi davranın.
ama o ayrılan çocuklarda 3-4 yaşında :s . ben çam yarması gibi kalıyorum aralarında tabi.
sonra diyorumki ama benim bide ablam var. tamam diyo onuda ayırırım çocukların yanına.
sonra ablamda geliyo işte.
geri kalanları banyolara götürüyolar. biz çocukların yanında kalıyoruz.
sonra diğer askerler bizi götürürken görüyolar. siz kaç yaşındasınız diye soruyolar. o anda kendimi yerlere atıp çocuk gibi davranmaya başlıyorum. ablamda aynı şekilde tabi. benden 5 yaş büyük olan ablamın çocuk olduğuna inanıyolar ama bana inanmıyolar bi türlü.
tam bu anda arka fondan bildiğin iç burkan acıklı bi müzik sesi geliyor. ama nasıl kederliyim, kaholmuşum.
ablamın çocuk olduğuna inanıyorlarda bana inanmıyorlar, ben bu kadar mı büyük gösteriyorum. derdimde bu yani. banyoya götürülüp öldürülmek falan değil.
ayağa kalkıp “tamam” diyorum “durun”. bende burda kalayım bütün çocuklara bakarım, size hiç sorun çıkartmazlar. falan fişman bi güzel yalvarıyorum, hayatın sillesini yemiş anne misali.
adamlar acıyor,
kabul ediyolar. (nazi askerleri böylede duygusalmış yani bunuda öğrendik böylece)
velhasıl kelam,
bu çocuklar senden sorumlu, bi sorun çıkarsa senide banyoya koyarız diyolar.
ben tabi yusuf yusuf, tutuşuyo paçalarım.
çocuklarda bi çığırtkan bi yaramaz anlatamam. onları susturmak için neler yapıyorum.
kurtulup kurtulmadığımı bilmiyorum, 1,5 yaşındaki yiğenim saolsun küçük kurbağa şarkısıyla tam o anda beni uyandırdı.
bu rüyamda emeği geçen “hayat güzeldir” filmine, 1,5 yaşındaki yiğenime ve dahi hayatımdaki aksiyon eksikliğine teşekkürü bir borç bilirim.
7 Şub 2012
Sevgili minibüs şöförü.
Bu gün dünyanın en iyi minibüsçünün minibüsüne bindim.
Adam yüzünde hafif hüzünle karışmış tatlı bi gülümsemeyle sigarasını içip tüm sevimliliğiyle aldığı paraların üstlerini verirken, diğer yandanda radyoda çalan Zeki Müren şarkısını öyle güzel mırıldanıyodu ki anlatamam.
Hangi radyoydu bilmiyorum ama yolculuğum boyunca 7 tane -en sevdiklerimden- türk sanat müziği parçası çaldı durdu. Zeki Müren bitiyo Müzeyyan Senar başlıyo, o bitiyo Münir Nurettin başlıyo, o bitiyo tekrar Zeki Müren başlıyo. Ama nasıl güzeller.
Elinin altında falan bi yerlerde bi kadeh rakı vardır dedim kesin, yoksa bu kadar zevk alamaz bi insan o tıka basa dolu minibüsü kullanırken, şöyle bi baktım ama ne kadeh nede rakı yoktu.
Ama o Abiyle bi rakı masasında oturup sohbet etmeyi çok istedim o an.
Abiyi izlemekten ineceğim yeri kaçırmış bi halde apar topar inmeseydim, hangi radyo olduğunu soracaktım. Hatta cebimdeki tüm paramı harcamak pahasına ona rakı ısmarlamayı bile teklif edebilirdim.
Abi diyorum, çünkü tam bi abi, bi görseniz tam bi abi ama. Yani herkese abi denmez, densede içtenlikle söylenmez çoğu zaman ama bu adam tepeden tırnağa abi,
hatta amca, dayı.
Ne bileyim öyle içten, öyle gerçek.
Abi.
Selam eder, ellerinden öperim.
Aylak Adam..
Öğreneceksiniz. Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğaz doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor. (Sustu, bir sigara yaktı)
Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz: Sİgara içtiğimi. İşte bir başkası: Bütün bu "siz" ler "iz" ler "uz" lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda 'senE diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam.
Ne dersin(iz)?
-Galiba sizi anlıyorum.
-Yanılıyorsun "siz" anlanmaz, "sen" anlanır.
-Bazı kitaplarda "sizi seviyorum"u okuyunca gülerim. Sanki "siz" sevilirmiş! "sen" sevilir, değil mi?
-Seni anlıyorum. (kızardı)
syf: 63
İmagine!
..
Hayal et, hiç bir ülke yok
bunu başarmak zor değil
uğruna ölecek ve öldürecek bir şey yok
hayal et,
tüm insanlar barış içinde yaşıyorlar
..
Sanat Sokaktadır!
Şık giyimli insanların önünde sahneye çıkmak, hattta hatrı sayılır bir şöhrete sahip olmak falan hepsini siktir edin.
Şu yapılandan alınan hazzı hiç bir yerde alamazsınız.
Sanat sokaktadır!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)